31 Mart 2013 Pazar

Evren sanılandan çok daha yaşlı..


Blimsel araştırma, evrenin sanılandan 80 milyon yıl daha yaşlı olduğunu ortaya çıkardı.
Evrenin oluşmasına yol açan Büyük Patlama anından sonrasına ilişkin yapılan bilimsel araştırma, evrenin sanılandan 80 milyon yıl daha yaşlı olduğunu ortaya çıkardı.
Evrenin yaşının 13,81 milyar yıl olduğunu gösteren bilimsel araştırma, buna karşılık, evren hakkındaki “nasıl başladığı”, “neden oluştuğu” ve “nereye gittiğine” ilişkin daha önce düşünülen temel kavramların doğru yönde ilerlediğini ortaya koydu.
Evrenin başlangıcına ait en gelişmiş teori olan Büyük Patlama, atomdan daha küçük boyuttaki evrenin görülebilir kısmının bir anda patladığını, soğuduğunu ve ışık hızından çok daha büyük bir hızda genişlediğini öngörüyordu.
Avrupa Uzay Ajansı’na ait Planck uzay teleskopunun gönderdiği, bugün açıklanan bulgular, evrenin atomaltı boyutundayken patlama sonucu bir saniyeden daha kısa süre içinde şu anki gözlemlenebilir genişlemeye ulaştığını öngören enflasyon adı verilen teoriyi de destekledi.
Bulgular ayrıca, evrenin genişleme hızının daha önce hesaplandığından daha yavaş olduğunu, astronomlarca daha önce hesaplanılandan biraz daha az karanlık enerji ve biraz daha fazla oranda parlak madde içerdiğini gösterdi.
Ancak bilimadamları kainat hakkındaki hesaplamalara ilişkin bu küçük farklılıkların, böylesine muazzam sayılarla ilgilenildiğinde önemli sayılabilecek boyutlarda olmadığını kaydetti.
Araştırmada yer alan NASA yetkilileri de elde edilen bulguların, kainatın ve kainatın karmaşık yapısının kafaları karıştıran geçmişine ilişkin daha derin bir kavrayış getirdiğini belirtti.
Uzaya 2009 yılında gönderiler Planck uzay teleskopu, uzayda geçirdiği 15,5 aylık süre içinde gökyüzünün haritasını çıkardı ve uzayda arta kalan radyasyona bakarak, Büyük Patlama’dan kalan ışık fosilleriyle ses yankılarını inceledi.

Yapımı 900 milyon dolara malolan Planck uzay teleskopunun, 2013 yılının sonlarına kadar veri göndermeyi sürdürmesi bekleniyor.
Kaynak:AA

Suda batmayan araçlar geliyor!


İzmirli girişimci Şenol Astan, araçların denize düşmesi sonucu meydana gelen ölümleri engelleyebilmek amacıyla hava yastığı benzeri bir sistem geliştirdi.
A.A muhabirine açıklamalarda bulunan Astan, 2 yıl önce seyrettiği filmde, bir kişinin denize düşen araçtan kurtulmaya çalışma sahnesinin, aracın suya batmaması için otomatik şişen balon sistemi geliştirme fikrini aklına getirdiğini ifade etti.
Bu fikrini 3 kişilik mühendis ekibine aktardığını, çok basit bir fikre dayanan bu sistemin daha önce yapılıp yapılmadığını araştırdıklarını anlatan Astan, ”Dünyada sayısı 55 milyona yakın olan patentler arasında araştırma yaptık. Bu veya buna benzer bir patent alınmadığını gördük. Bu konuda yapılmış herhangi bir araştırma veya uygulama olsaydı mutlaka patentinin bulunması gerekiyordu. Bunu öğrendikten sonra bir ekip oluşturarak mühendislik çalışmalarına başladık” dedi.
Suda batmayan arabalar geliyorAstan, öngörülen sistemin hava yastığına benzer bir çalışma düzeneğine sahip olduğunu ancak farklı materyallerin kullanıldığını anlatarak, şöyle devam etti:
”Aracın tampon ve tekerlek boşluklarındaki 6 noktada otomatik olarak şişecek balonları barındıracak kaset ve balonları şişirecek hava karışımını sağlayacak tüpler bulunacak. Yaptığımız hesaplamalarda 2 tonluk bir aracın suyun üzerinde kalması için toplam 2 metreküplük balonların yeterli olacağını öngördük.
Sistem, tekerleklere bağlı, ağırlık hassasiyetli bir sensörle tetiklenecek. Buna göre otomobilin lastiklerine düşen ağırlık belli bir oranda azaldığında sistem otomatik olarak devreye girecek, balonlar şişecek ve aracın su üzerine çıkması sağlanacak.
Sistemin tüm mühendislik çizimlerini, tüm teorik çalışmaları tamamladık. Patent için başvuruda bulunduk. Bir kaç otomotiv üreticisi firmayla görüşmelere başladık. Amacımız uygulamanın bir an önce hayata geçmesi ve otomobilde boğulma sonucu ölüm olaylarının artık bitmesidir.”
SELLERDE DE İŞE YARAYABİLİR
Projenin mühendislik çalışmalarını tamamlayan ekipte bulunan Makine Mühendisi Mahir Ballı ise Türkiye’de hemen her hafta otomobillerin denize düşmesi sonucu ölüm haberlerinin gazetelere yansıdığını, bu haberlerin projenin bir an önce bitirilmesi konusunda kendilerini motive ettiğini belirtti.
Küresel iklim değişiklikleri nedeniyle dünya genelinde sel felaketlerinde artış gözlendiğine dikkat çeken Ballı, sistemin sele kapılan araçlar içindeki can kayıplarını da önleyeceğini savundu.
Ballı, teorik çalışmaları tamamlanan çalışma için yeterli kaynağa sahip olmamaları nedeniyle uygulama ve test çalışmalarını yapamadıklarını belirterek, Türkiye’de konuyla ilgilenen Ar-Ge birimleri ile ortak proje geliştirebileceklerini ifade etti.
Şenol Astan’ın geliştirdiği batmayan araç sistemi için patent araştırması ve patent başvurusu yapan Destek Patent İzmir Bölge Müdürü Süleyman Zemin ise projeyi ilk duyduklarında bunun daha önce mutlaka geliştirilmiş olduğunu düşündüklerini, araştırma sonucunda, güvenliğe önem veren otomobil markalarının dahi bu konuda çalışmasının bulunmamasına şaşırdıklarını ifade etti.
Kaynak: AA

Akıllı saat savaşı kızışıyor


Teknoloji devlerinin sıradaki hamlesi giyilebilir ürünler.
Yakın gelecekte sokakta yürürken veya spor yaparken her an üzerimizde bulunacak ve vücut değerlerimizi ölçmekten, hava durumunu bildirmeye kadar birçok fonksiyon gösterecek giyilebilir ürünler, teknoloji şirketlerinin yeni gözdesi.
Google’ın geçtiğimiz yıl bolca adından bahsettiren Google Glass gözlükleri sonrasında, Apple 2013’e akıllı ayakkabı ve akıllı saat projeleriyle girmişti. Görülen o ki akıllı saat projesi diğer teknoloji şirketlerinin ilgisini fazlasıyla çekmiş durumda. En son haberler, Google, Samsung ve LG’nin de akıllı saat üretmeyi planladığını öne sürdü.
İlk olarak Financial Times, Google’ın Android işletim sisteminden sorumlu biriminin akıllı saat üzerinde çalıştığını belirtti. Android ekibi, Google Glass’i geliştiren ‘X Lab’ birimine kıyasla en yeni teknolojileri geliştiren bir başka Google ekibi olarak gösteriliyor. Google, konu hakkında açıklama yapmayı reddetti.
SAMSUNG VE LG ÇALIŞMALARA BAŞLADI
Akıllı saat, sadece ABD’li firmaların değil, Güney Koreli elektronik devlerinin de hedefinde.
Akıllı saat savaşı kızışıyorBloomberg’e açıklama yapan Samsung’un mobil birimi başkan yardımcısı Lee Young Hee, Apple’ın en büyük rakibinin akıllı saat üretmek istediğini belirtti. Hee, “Gelecek için cihazlar hazırlıyoruz. Akıllı saat, kesinlikle bunlardan biri” ifadesini kullandı.
Samsung, her ne kadar Apple’ı akıllı saat alanında da rahat bırakmamak istese de, yerel piyasadaki rakibi LG’de kolları sıvamış durumda.
Korea Times gazetesinin Cuma günü verdiği habere göre, ‘LG, Google Glass’ın akıllı saat versiyonunu üretmek istiyor.’
Haberde, akıllı saatin geliştirilme aşamasında olduğu ve şu an ‘ticari olmayan bir Ar-ge projesi olarak geliştirildiği’ belirtildi.
LG, ilk akıllı saat girişimini 2009′da LG-GD910 ile yapmış, cihaz Mobil Dünya Kongresi 2009′da sunulmuştu.

Kaynak:ntvmsnbc

20 Mart 2013 Çarşamba

Yengeçler acıyı hissedebiliyor


 Pişirilmek için canlı olarak kaynar suya atıldıklarında acıyı hissetmediklerine inanılan yengeçlerin acı çektiği belirlendi.


 
İrlanda'daki Queen's Üniversitesi'nden Biyolog Bob Elwood, milyarlarca kabuklu hayvanın gıda sanayinin ihtiyaçları için yakalandığını, bu hayvanların acıyı hissetmediği düşüncesiyle memelilerin aksine neredeyse hiçbir şekilde korunmadığını vurguladı. Elwood, 90 yeşilyengeç (Carcinus maenas) üzerinde araştırma yaptı.




Bilimadamı, yengeçleri iki karanlık delik içeren bir akvaryuma koydu. Burada yengeçlerden bazıları elektroşoka maruz kaldı.

Daha sonra tekrar akvaryuma konulan yengeçlerden bazıları elektroşokun olmadığı ve ilk deneydeki, "yuva benimsediği"  deliğe, şanssız olanlar ise"elektroşoklu ilk yuvalarına" gitti.




Üçüncü kez akvaryuma konulan yengeçlerin şok veren yuvadan kaçınması gerektiğini "öğrendiğini" belirten Elwood, hayvanların acı çekmemek için deliğe girmediğine dikkati çekti.

Elwood, bir hayvanın acı çektiğini mutlak şekilde göstermenin mümkün olmadığını ancak farklı deneylerde kabukluların yengeçlerinkine benzer acı çektiğine ilişkin birbirini destekleyen bulguların olduğunu kaydetti.

AA

Yaşam belirtisi gösteren sentetik kristal

Bilim insanları, laboratuvar ortamında ‘yaşam belirtileri gösteren’ sentetik kristal geliştirdiklerini açıkladı 

ABD’den bilim dünyasında büyük heyecan uyandıran bir  haber geldi. Araştırmacılar, ışığa maruz kaldığında tepki veren ve kimyasallarla beslendiklerinde hareket eden kristallere dönüşen, ‘cansız’ parçacıklar keşfetti.
Araştırmada yer alan New York Üniversitesi’nden (NYU) biofizik uzmanı Jérémie Palacci, “Parçacıklar canlı ile cansız olmak arasında belirsiz bir sınırda” ifadesini kullandı.
Science dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, Palacci ve meslektaşı Paul Chaikin, ‘doğru kimyasal şartlar altında canlı kristaller haline dönüşen parçacıklar’ geliştirmeyi başardı. ‘Toplu davranış’ üzerinde çalışan araştırmacılar, balık ve kuş sürüleri yerine ‘kontrol edilebilen parçacık’ üretmenin deney ve gözlemleri için daha kolay olduğunu belirtti.
Wired dergisinin haberine göre, sentetik kristalleri oluşturan her bir parçacık, mikroskobik bir hematit kübünden oluşuyor. Demir ve oksijenden oluşan hematit, bir tarafı açık bırakılan küre şeklinde kılıfın içine kondu.

Mavi ışığın belli dalgaları arasında, hematit elektrik üretmeye başladı. Parçacıklar daha sonra mavi ışık altında hidrojen peroksite maruz bırakılınca, hematitin açık olan kısmı etrafında kimyasal reaksiyonlar başladı.

Ruh haline göre müzik çalıyor


Beyin sinyallerini algılayarak duruma uygun müzik çalabilen kulaklık sistemi geliştirildi.



Neurowear tarafından üretilen Mico adlı cihaz, kullanıcıların ruh hallerine göre müzik dinlenmesini sağlıyor.
Kişiye en uygun parça.
Mico, kulaklık üzerindeki beyin sinyallerini okuyan teknoloji ile iPhone üzerinde çalışabilen uygulama olmak üzere iki parçadan oluşuyor. Kişilerin beyin sinyalleri üzerinden bulundukları psikolojik durumu algılayan sistem, Mico müzik servisi üzerinden kişiye en uygun parçanın çalınmasına imkan sağlıyor ve böylece duruma özel hareketli ya da yavaş müzikler dinlenmiş oluyor.

Raysız tren geliştirdi

Türk Profesör, raysız tren projesi geliştirdi. 4 yıllık bir çalışmanın ürünü olan projede, trenler havadan hareket ediyor. 

Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Profesör Ekrem Yanmaz, raysız tren projesi geliştirdi.
4 yıllık bir çalışmanın ürünü olan model, gelecekte insan ve yük taşımadan kıtalar arası yolculuklara kadar kullanılabilecek bir yenilik.
Birkaç elementin laboratuar ortamında birleştirilmesiyle oluşan kristal, soğutulduğunda belirli bir düzene sahip mıknatıs dizisinin üzerinde havada asılı kalabiliyor.
Bunun yanı sıra ilk hareketle uzun bir yol kat edebiliyor.
Maketi yapılan projeyi Yanmaz, "Manyetik alan çizgileri bu kristale giremeyince ne oluyor arkadaşlar bu sefer bir şemsiye düşünün şemsiyenin üzerinde bir malzemenin havada durduğu şeklinde duracaktır. Bu şekilde yüzme gerçekleşiyor, havada yüzdürülebiliyor. Bu kristallerin her birisi yaklaşık 9 kilogramı tartabiliyor. Dolayısıyla kristal büyüdükçe havada tutabileceğin kütlenin miktarını arttırabiliyorsun” şeklinde anlattı.
Yanmaz, henüz model aşamasında olan projeye devlet desteğinin olması gerektiğini söylüyo

kaynak: trthaber

Mars'ta Çiçek ve Yılan İzleri

NASA'nın Mars araştırmalarında garip bulgular gündemde. 

İnsanoğlunun Kızıl Gezegen üzerindeki araştırmaları tüm hızıyla devam ediyor. NASA'nın Curiosity aracından gelen son bulgular, Mars'ın geçmiş dönemlerinde yaşam barındırdığına dair şüpheleri biraz daha güçlendiriyor.
MARS'tan gelen yeni fotoğraflarda, yılana benzer bir taş ve çiçeğe benzer kalıntılara rastlandı. Yılana benzer kalıntının Snake Valley, yani Yılan Vadisi'nde bulunmuş olması ilgi çekti. Ayrıca ek bilgi vermek gerekirse,19 Aralık 2012'de gelen fotoğraflardan birinde de, Mars yüzeyinde çiçek kalıntılarına rastlandığı iddia edilmişti.

NASA'nın Mars üzerindeki çalışmaları nereye varacak bilemiyoruz fakat, çalışmalar gerçekten takdire şayan. Bakalım Mars'ta daha ne gibi garip kalıntılar karşımıza çıkacak.


19 Mart 2013 Salı

İnsan beyninin gizemi çözülüyor..


Amerikalı bilimadamları, beyin yapılarının kişiliği ve yetenekleri nasıl belirlediğinin anlaşılmasına yönelik uluslararası proje kapsamında ayrıntılı beyin görüntülerini inceleyebildi.
WASHINGTON – “Human Connectome” adı verilen ve 5 yıl süren projeye Avrupa ve ABD’deki 10 merkezden bilimadamları katıldı. 1200 sağlıklı kişinin verileri toplanarak katılımcıların beyni gelişmiş sistemler sayesinde görüntülendi.
Araştırmaya imza atanlardan David Van Essen, ilk olarak 68 katılımcının beyin görüntülerinin yayınlandığını belirterek, 3 ayda bir düzenli olarak yayınlanacak görüntülerle proje sayesinde, bilim camiasının ”beklemeden”, kişilerin davranışları ve ”beyin devreleri” arasındaki bağlantıyı incelemeye başlayabileceğini vurguladı.
Essen, araştırma sonuçlarının, ruhsal hastalıkların kaynağı ve beyindeki değişimlerin inceleneceği başka araştırmalara da temel oluşturacağına dikkati çekti.
Katılımcılara farklı işler yaptırılırken beyinleri iki teknik kullanılarak görüntülendi.
İlk tekniğin, sinir hücrelerinin bulunduğu, duyu organları ve beynin başka bölgelerinden gelen bilgiyi ”işleyen” gri bölgedeki hareketlerin ortaya çıkmasını sağladığı belirtildi.
İkinci olarak myelin kılıfıyla çevrili sinir hücreleri liflerinin bulunduğu beyindeki beyaz bölgeyi kaplayan anatomik ”devreler” gözler önüne serildi.

Kaynak:AA

Deriye elektronik alıcı yerleştirildi.


ABD’li araştırmacılar, elektronik dövme ve esnek batarya gibi projelerin ardından bir ilke imza atarak doğrudan insan derisi üzerine basılan ilk elektronik alıcıyı geliştirdi.
Illinois Üniversitesi’ne bağlı Rogers Araştırma Grubu, 3D yazıcılarda basılan ilk deriye monte edilebilen alıcıları üretmeyi başardı. Elektronik dövmelerden sonraki adım olarak kabul edilen elektornik alıcı, insan derisi üzerine monte edilmesinin ardından vücuda ait çeşitli ölçümler yapabiliyor, sinir sisteminin faaliyetlerini takip edebiliyor.
Engadget sitesinin haberine göre, elektronik alıcı, derideki hidrasyonu, ısıyı ve beyin ile kaslardan gelen elektronik sinyalleri ölçebiliyor.
Elastik polimer yüzeye sahip olan elektronik dövmelere kıyasla, yeni elektronik alıcıların polimer yüzeyi, doğrudan deri üzerine basılıyor. Bu sayede, geçmişteki denemelere oranla 30 kat daha ince olan alıcılar, derinin üzerinde de iyi bir uyum sağlıyor.
RAHATLIKLA HAVUZA GİREBİLİRSİNİZ
Technology Review sitesine açıklama yapan araştırma ekibinden John Rogers, “Yeni çalışmamızda fark ettiğimiz önemli bir detay, elastomer maddaye ihtiyaç duymamamızdı. Sadece bir lastik damga kullanarak ultra incelikteki elektroniği deri üzerine işleyebiliyorsunuz” edi. Bu özelliği, elektronik alıcının, elektronik dövme gibi duşta veya havuzda kolayca deriden düşmesini engelliyor.
Alıcılar deri üzerine işlendikten sonra, araştırmacılar sıvı bandaj kullanarak elektroniği koruyucu bir tabaka oluşturuyor. Elektronik alıcılar, yaklaşık 2 hafta sonra kabarıp dökülüyor. Mühendisler, bu durumu epidermik elektroniğin vazgeçilmek bir durumu olarak ifade ediyor.
Elektronik alıcıları daha uzun ömürlü kılmak için, teknolojinin deri altına yerleştirilmesi gerekiyor. Teknolojik gelişim hızına bakılırsa, alıcıların deri altında inmesi çok vakit almayacak gibi görünüyor.

Kaynak: ntvmsnbc

Kendini tamir eden çip geliştirildi !!


Bozulan akıllı telefonunuzun veya bilgisayarınızın, ortaya çıkan problemi bir anda kendi başına gidermesi ve kendisini arızalara karşı koruması artık bilim kurgu senaryosu olmaktan çıktı.
ABD’li bilimadamları, arızalanmaları halinde kendi kendilerini milisaniyeler içinde iyileştirme yeteneğine sahip çipler geliştirmeyi başardı.
California Institute of Technology (Caltech) yüksekokulunun, Yüksek Hızlı Entegre Devreler Laboratuvarından araştırmacılar, kendi icatları olan, çok küçük boyutlardaki bir güç yükselteci üzerinde, yeni geliştirdikleri entegre devre çiplerin kendi kendilerini iyileştirme yeteneğini uygulamalı olarak gösterdi.
Yaklaşık 5 kuruş büyüklüğünde olmasına karşın, içinde 76 adet çip ve kendi kendini iyileştirme yeteneği için gerekli olan her şeyi barındıran güç yükseltecini, yüksek güçlü lazerlerle birçok kez vuran araştırmacılar, çiplerin bir saniyeden daha kısa bir süre içinde otomatik olarak ince bir işçilik ortaya çıkardıklarını gözlemledi.
Kendi kendini iyileştirme kapasitesine sahip çipi, 20 değişik çiple karşılaştıran araştırmacılar, ürettikleri çipin diğerlerinden daha az elektrik kullanmasına karşın, performansının bütünüyle diğerlerine göre çok daha güvenilir ve üretken olduğunu belirtti.
Yapılan bilimsel çalışma, IEEE Transactions on Microwave Theory ve Tecniques aylık bilimsel derginin Mart sayısında yayımlandı.
Araştırma ekibinin başı olan Elektrik Mühendisliği Profesörü Ali Hajimiri “Gerçekten de güç yükseltecinin yarısını havaya uçurduk, transistörlerde olduğu gibi pek çok birleşen parçasını buharlaştırdık ve çip kendi kendini, neredeyse ideal performansına erişecek ölçüde iyileştirdi” dedi.
Hajimiri yaptığı açıklamada, “Bu çeşit elektronik bir bağışıklık sistemini entegre devre çiplere uyarlamak bir sürü olanaklara kapı açıyor. Bu, gerçekten de devrelere ve devrelerin bağımsız olarak çalışmasına bakışımızda köklü bir değişiklik getirecek. Bu sistemler şu an insan müdahalesine gerek olmadan kendi içindeki sorunu saptıyor ve kendi kendini düzelterek, bizi yok edilmesi mümkün olmaya devreler amacına bir adım daha yaklaştırıyor” ifadesini kullandı.
Çipler nasıl çalışıyor
Şimdiye kadar sadece bir tek hatanın bile tüm çipi tamamen kullanılmaz hale getirmesi sorununu çözmek için harekete geçen Caltech mühendisleri, insan bağışıklık sisteminin sahip olduğu, vücudun büyük bir bölümünü en üst seviyede çalışır tutabilmek için mümkün olan saldırıları belirleme ve çabucak müdahale etme yeteneğinden esinlendi.
Sistem, genel hatlarıyla şöyle çalışıyor:
İcat edilen güç yükseltecindeki çiplerden her birinin üzerinde bulunan, ısıyı, akımı, voltajı ve gücü izleyen çok sayıda dirençli algılayıcılardan elde edilen bilgi, yine aynı çip üzerindeki, sistemin beyni olarak çalışan ASIC adı verilen ana işlemciye aktarılıyor. ASIC adlı özel tasarım ürünü olan bu belirgin entegre devre birimi, gelen bilgiler ışığında güç yükseltecinin tüm verimini analiz ederek, sistemde, “işleticiler” olarak adlandırılan, çipin değiştirilebilir parçaları üzerinde ayarlama yapmaya gerek olup olmadığını belirliyor.
Ancak ana işlemci görevindeki ASIC entegre devre birimi, oluşabilecek her senaryoya göre belirlenmiş algoritmalara göre çalışmıyor. ASIC bunun yerine, algılayıcılardan aldığı tüm bilgileri, kendisinden beklenen sonuçlara ilişkin kendisine yüklenen bilgilerle karşılaştırıyor ve sorunu nasıl çözeceğini kendi kendine belirliyor.
Sistem, ortaya çıkması muhtemel 4 farklı gruptaki problemi çözebiliyor. Bu gruplar, “sistemin bileşen parçalarındaki farklılıklar sonucu ortaya çıkan, statik farklılık”; “sürekli kullanım sonucu sistemin iç özelliklerindeki meydana gelen değişikliklerden kaynaklanan, eskimeye bağlı olarak aşamalı ortaya çıkan problemler”; “şarj, ısı, sahip olduğu voltaj miktarındaki değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkan, kısa dönemli farklılıklardan kaynaklanan problemler” ve son olarak “devre parçalarında kazayla veya kasten meydana gelen yıkıcı tahribata bağlı olarak çıkan problem” olarak sınıflandırılıyor.

NANO TEKNOLOJİK GÜBRE


AKDENİZ Üniversitesi’nde (AÜ) 2011 yılında başlatılan araştırma ve geliştirme çalışmaları sonucu, nano teknolojik yöntemlerle akıllı gübre elde edildi. Nanoixir adı verilen bu gübre sayesinde, bitkinin fotosentez hızı ve etkinliği artırılarak, bitkisel üretimde yüksek verim, ürün kalitesinde artış, tat ve aromada iyileşme, erken hasat ve depolamada süresinde artış sağlandı.
AÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Numan Hoda ve Ar-Ge ekibi, bir yıl süren laboratuvar çalışmaları neticesinde, tarım sektöründe bitki beslemede devrim etkisi yaratacak ‘nano gübre’yi elde etti. Dünyada henüz muadili ve benzeri bulunmayan ‘akıllı gübre’ Nanoixir, iki yıl süreyle tarla ve seralarda denendi ve başarılı sonuç elde edildi.
Doç. Dr. Numan Hoda danışmanlığında, Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı’nın (KOSGEB) Ar-Ge desteğiyle Atmosfer Laboratuvarı adlı firma tarafından başlatılan ‘nano gübre’ üretim projesi, başarıyla tamamlandı. Proje sonucunda tarım sektöründe bitki besleme gübresi olarak kullanılabilecek 4 mikro elementin nano boyutta sentezlenip tarımda kullanılabilir hale getirilmesi sağlandı. Elde edilen nano bakır, nano çinko, nano demir ve nano mangan adlı nano-elementlerin tekli ya da çoklu karışımları değişik tarım bitkilerine başarıyla uygulandı.
NANO GÜBRE İLE YÜZDE 25 ÜRÜN ARTIŞI
Nano gübreyle yüzde 25′e varan ürün artışı elde edildiğini söyleyen Doç. Dr. Hoda, nano gübrenin, normal gübrelerde önerilen miktarın yüzde 1′i kadar uygulama yapıldığında normal gübreler kadar etkili olabildiğini vurguladı. Projenin işleyişi esasını anlatan Doç. Dr. Numan Hoda şu bilgileri verdi:
“Projenin dayandığı asıl nokta, insanlar için kullanılan ilaçlarını yavaş salınım sisteminin, gübreye de uygulanarak bitkiye yavaş yavaş verilmesi ve bitkinin strese girmeden devamlı olarak aynı oranda element almasını sağlamaktır. Elementlerin nano boyutta ve yavaş salınımla bitkilere verilmesi, bitkilerde renk, koku, tat, kalibrasyon (ölçümleme) ve raf ömrü sorunlarına çözüm getirmektedir. Klasik gübrelerde olduğu gibi, yapraktan ya da damla sulamayla bitkiye başarıyla uygulanmakta. Rekoltede yüzde 25′e varan artış sağlamaktadır. Normal gübrelerde önerilen miktarın yüzde 1′i kadar uygulama yapıldığında normal gübreler kadar etkili olabilmektedir.”
TARLA VE SERA DENEMELERİ BAŞARILI
Proje sonunda nano-elementlerin açık tarlada ve serada tüm saha denemelerinin başarıyla tamamlandığını belirten Doç. Dr. Numan Hoda, “Ürünlerin yurt içi ve yurt dışı patent başvurusu yapıldı. Marka ve endüstriyel ambalaj izinleri alındı. Ürünler ‘Nanoixir’ markasıyla piyasaya çıkmaya hazır. KOSGEB, projenin devamı olarak ikinci etap endüstriyel destek çalışmasını da destekliyor” dedi.
DÜNYADA MUADİLİ VE BENZERİ YOK
Dünyada bu ürünün muadili ve benzerinin olmadığına dikkat çeken Doç. Dr. Numan Hoda, sözlerini şöyle tamamladı:
“Ürünler ilk defa ülkemizde sentezlenip, uygulanmıştır. İngiltere ve Hollanda’dan bazı firmalar ürünlerin haklarını satın almak ya da beraber üretimi için teklifler sundular. Fakat, Atmosfer Laboratuvarı’nın sahibi ve proje destekleyicisi Serhad Tümay ile böylesi bir ürünün yerli kalması gerektiğine karar verdik ve ancak yerli yatırımcıyla birlikte piyasaya çıkarmayı hedefledik.”


Kaynak:DHA

Dünya’nın en dibinde yaşıyorlar

Deniz seviyesinin 11 km altında yer alan ve Dünya'nın en derin çukuru kabul edilen Mariana Çukurunda bilim adamları, mikrobik yaşama rastladı.


"Nature Geo sciences" dergisinde yayımlanan araştırmada, Mariana Çukurunun dibinde birçok mikroorganizma bulunduğu belirtildi.

Daha önce, Mariana Çukuru'ndaki dondurucu, 
deniz yüzeyindeki basıncın yaklaşık 1000 katı basınca sahip ve zifiri karanlık ortamın herhangi bir yaşam biçimi için uygun olmadığı var sayılıyordu.

Yeryüzü Araştırmaları Merkezi'nden Ronnie Glud(Güney Danimarka Üniversitesi), "ısı ve basınçtaki değişimler ölümlerine sebep olduğu için deniz dibindeki aşırı koşullarda yaşam süren bu mikroorganizmaları, laboratuvarda incelemek üzere yeryüzüne getiremiyorduk. Bu sebep Çukurdaki yüksek basınca dayanaklı bir takım cihazlar geliştirdik. Mikroorganizmaları, bu aletlerle inceleyip denizin karanlıklarındaki yaşamı tanımaya çalışacaklarını ifade etti.

Mariana Çukurundan gelen görüntülerde sadece birkaç büyük hayvana rastlandığına dikkati çeken Glud, "Mikroorganizmalar, gelişmiş organizmaların yaşayamadığı bu karanlık dünyada hüküm sürüyor" dedi.


Ölü hayvan ve bitkilerle besleniyorlar

İskoç Deniz Araştırmaları Merkezinden Robert Turnewitsch, Mariana Çukuru'nun dibinde bulunan ilkel, tek hücreli organizmaların, şaşırtıcı bir biçimde 6 kilometre derinlikte yaşayan organizmalara oranla çok daha aktif olduğunu söyledi.
Bu organizmaların deniz dibine çöken ölü bitki ve hayvanlarla beslendiğini belirten Turnewitsch, deniz dibi organizmalarının karbon döngüsünde sanılandan çok daha büyük rol oynadığını sözlerine ekledi.

Mariana Çukuru'ndaki çalışmalar, 2010 yılında başlamıştı. Araştırmacılar, yaşam biçimlerini araştırmak için çukura robot denizaltı göndermişti.

Ünlü Amerikalı yönetmen James Cameron da 26 Mart 2012'de "Deepsea Challenger" adlı tek kişilik denizaltı ile Mariana Çukuru'na inerek 50 yıl aradan sonra çukura giden ilk insan olmuştu.


Amerikan Jeofizik Derneği'nin sonbahar toplantısında yaşadığı deneyimi anlatan Cameron'un Mariana Çukuru'nda çektiği görüntüler, 3 boyutlu belgesel olarak yayımlanacak.

Mariana Çukuru, Pasifik Okyanusu'nun batısında yer alıyor. Çukurun derinliği, 10 bin 911 kilometre ile 11 bin 30 kilometre arasında ölçülüyor. 2 bin 550 kilometre uzunluğundaki denizaltı kanyonunun genişliğinin ise 69 kilometre olduğu sanılıyor.

ABD Donanması'ndan Teğmen Donald Walsh ve İsviçreli bilim adamı Jacques Piccard, 23 Ocak 1960'da Mariana Çukuru'na inen ilk insanlar olarak tarihe geçmişti.

Kaynak: https://www.sabah.com.tr/dunya/2013/03/18/dunyanin-en-dibinde-onlar-yasiyor